YEŞİL BMC’Lİ ADAMA
Ben bu köyde doğdum. Değerli büyüğüm Sinan Kol’un da dediği gibi ‘ Bir şarjör mermiye eşdeğer sevinçlerle ‘ geldim dünyaya. O bir şarjör mermi de kuvvetle muhtemel ya bizim, ya ahırdaki ineklerimizin o haftaki yaşamsal giderlerinden kısılmıştır. Kapı altlarından rüzgar esip şişerse de kilimleri , çatlak kiremitler su sızdırsa da içeri , fareleri uzak tutsun diye kedilerle yaşasak da dünyanın en güzel , en büyük, en sıcak, en keyifli eviydi evimiz. Abim ablalarım ve misler gibi, evet evet misler gibi ahır kokan bir annem vardı ve son kalem ve kahramanım ve hep özlediğim ve hep beklediğim bir babam!
Bazen birkaç ay sürerdi bazense birkaç hafta Yeşil BMC ‘ sine atlayıp gittikten sonraki dönüş hasreti.Belki sorardım anneme belki de sezerdim dönüş vaktini, kulağımı kabartıp havayı dinler ve o bildik, o tanıdık , o dost ses kulağıma değil kalbime işlerdi; o ne güzel bir kamyon sesiydi!.. Nasıl da süzüle süzüle , nasıl da salına salına gelirdi caminin ordan. Gelir, virajdan döner ‘ işte ben buradayım ‘ der gibi, selam verir gibi hafifçe eğilerek yerini alır evin üst tarafında Yeşil BMC…
Ve kapı açılır, o gelir ; babam… Yeşil BMC hep babamı getirir. Kara lastiklerim eskimiştir. Olsun ! Nasılsa gelmiştir Yeşil BMC ‘ li babam. Soğuktur, karanlıktır, su yoktur, ekmek azdır… Ne önemi var Yeşil BMC ‘ li babam vardır ya ! Dünyanın en güzel manzarasıdır bir çocuğun babasının bacaklarına özlemle sarılabilme çabası!
Sonra dostlar, komşular akrabalar gelir, çaylar içilir, sohbetler edilir… O dünyanın en güçlü, en çok gezen, en çok bilen adamı bir bir anlatır... Ama ne maceralar, evet evet bende şoför olmalıyımdır. O ve Yeşil BMC’ si Don Kişot ve atı gibi ne maceralara sürüklenmiştir. Hafta günleri Maçka’dan zaten lüks olan maçka ekmeğinin yanına e birazcık da yaz helvası, birazcık da çekirdeksiz üzüm hele hele kara gözlü kızına çok sevdiği şeftaliden alabilmek için ne yeldeğirmenlerine saldırmıştır o ve Yeşil BMC ‘ si.
Köy bu hayat durmaz, köy insanı çalışır. Yeşil BMC o köye, o köylüye yük çeker, dert çeker, kahır çeker hatta bazen of çeker. Ve o adam, o Demirel şapkalı adam o arabanın içinde kah sabır çeker, kah çile çeker kah da rest çeker, Ama ne olursa olsun bir nefes de sigarasından çeker.
Köyden yaylaya uzun, dik, zor, keskin bir yol gider. Yeşil BMC bul yolda dosdoğru gider. İster yukarı kemre yüklü, ,ister aşağı çayır yüklü, bildiği yolda dosdoğru gider. Ve yeşil BMC ‘ li babam hayatın her yolunda dosdoğru gider.; ‘’ Dini aşikardır’’ onun,’’hatırla gönülle konuşmaz’’, ‘’ babası olsa fark etmez ‘‘, sert konuşur… Ama mert konuşur! Eğrilmez, eğilmez, öyle çok da siyaset bilmez; bir Demireli sever, birde Demireli seveni…
Sonbaharda köyde yapraklar düşer, araba yolu boyunca rüzgarla ordan oraya savrulur. Tabiat yorgun düşer, teslim olur. Tabiat kadar doğal, tabiat kadar bildik yeşil BMC yaşlanır, yorulur, kırılır, dökülür… Bir gün baktığımda Yeşil BMC artık o evin üst tarafındaki yerinde yoktur. O ne hazin bir boşluktur, o ne vahim bir yokluktur… Nasıl gelecektir yayla çayırları, camiye kim getirecektir kumu, ya sular kesilirse ne olacaktır, nasıl tarif verecektir köyü bilmeyenler, nereyi işaret verecektir… Ya Yeşil BMC ‘ li babam ne olacaktır…
Bir filmi sonuna kadar izlediğimizde geriye dönüp ‘ anlamalıydım böyle olduğunu’ deriz ya hani anlamalıydık belki önce Yeşil BMC’ nin ve sonra fötr şapkanın terk edişlerinden. Anlamalıydık bu terk edişlerin bir anlamı olduğunu.
Yeşil bir cenaze arabasıyla, yeşil örtülere sarıp, yeşil bir yaz gününde getirdiler ‘ Yeşil BMC ‘ li babamı ‘. Söylenecek hiçbir sözün anlamı yoktu şimdi. Durgun bir deniz gibi sakin, huzurlu yatıyordu öylece. Oysa okyanustu onun yüreği, fırtınaydı, Karakaban rüzgarıydı öfkesi, İstanozda bir kürtük kadar beyaz, Paşasuyu kadar temizdi hayatı ve yayla bahçesinde rüzgara inat bir vargit çiçeği gibi dimdikti başı. Dik geldi, dik yaşadı, dik öldü … Adamdı.. Atamdı…!
Babamdı…