Değerli okuyucular,
Köyümüz son elli senedir sürekli göç vermektedir. Bu göçler gidenlere ve geride kalanlara pek çok acı bırakmıştır. Sizlere iki sayfada naçizane yazdığım bir hikâyede bir çocuk gözünden abiye, babaya kısacası gurbete giden sevdiklerimize karşı hisleri dile getirmeye çalıştım. Köyden yayladan ve gurbetten bir hava estirebildimse kendimi mutlu hissederim.
Aynalar Aynalar
Aylardan ekim ayının sonlarımıydı neydi? Yayladan göçler birer ikişer inmişti köylere. O günlerin sabahlarından bir sabah uyanınca ortalığı bembeyaz bir kar örtüsü örtmüştü. Alelacele göç hazırlığına başlamıştık hani. İneklerin böğürtüleri acı bir feryat gibi dağların doruğuna yükseliyordu. Bu ayrılık şarkısının başka bir melodiyle söyleniş biçimiydi.
Hani öğleye doğru Güneş ışıkları karlar üzerinde esrarlı ışık demetleri halinde yansıdığı saatlerde bahçe kenarındaki mertekleri eve taşıyorduk ta daha sabah şen şakrak yaylamızda bekçi olarak ikimizin kalması sonucu ortaya çıkan buruklukla bir şarkı söylüyordun. “Aynalar aynalar” arasıra göçmen kuşlarının, kuzgunların acı acı çığlıkları korku veriyordu içime. Ama bu sis gibi korku birden yok oluyordu; çünkü yanımda sen vardın. O zamanlar yaşamak zor gibi görülürdü. Oysa gerçekte şimdi anlıyorum ki çok kolaymış. Gam, kederden uzak bir hayat yaşardık. Doya doya nefes alırdık. Hani sen sigara içmeye başladığın ilk günlerdi o günler. Kokusu ne güzel yayılırdı dağlara. Bu koku bana şimdi ayrılık günlerinin öncelerini hatırlatıyor. İşte o günlerde aynalar sağlamdı. Aynalar bütün güçlüklere karşı gülerdi bizlere.
Bir rüzgâr esti. Karları savurdu. Ev damlarındaki tenekeler ses verdi rüzgâra… Karların arasında sarı, eflatun var git çiçekleri boyun büktüler. Ne güzeldi o var git çiçekleri. Göçlerin hazırlandığı zamanlar tomurcuklarından dışarıya fırlar; Bütün çimenleri sarıya, eflatuna boyardı var git çiçekleri. Hep belli belirsiz bir hüzün verirdi bize bu çiçekler. Ama tatlı bir hüzün. Umutsuzluklara değil umutlara bakan bir hüzündü. Kurt Kayası bütün heybetiyle Ağursa Tepesinden bizi seyrediyordu. Üzerine üç beş kuzgun inip kalkıyordu, Ama korkmuyordum; çünkü sen vardın.
“Aynalar aynalar” ne güzel bir şarkıydı ama hafızamda kalan tek birkaç dizesi ve melodisi. Hava çok sert, bahçe duvarlarını onarıyoruz. Hani çatlamış parmaklarımın ucundan kan sızıyordu karların içinden taşları ararken. Ama mutluydum; çünkü yanımda sen vardın. “Aynalar aynalar”sık sık kulaklarım da çınlar bu şarkı... Oysa şimdi sen yoksun. Hani ormandan odun kesmeye giderken Çekimlik Yamacından taş yuvarlamıştık ya taşlar yuvarlanırken birbirlerine değince çıkan gürültüyü ve o kokuyu bilmem hatırlar mısın? Aynalar o zaman kırık değil net gösteriyordu… Orman dönüşü omuzlarımızdaki tomruklar bizi ne kadar yormuştu da Hamurya Sırtında dinleniyorduk. Sen o günlerde çok konuşmazdın, dalgın bir halin vardı. Sonra vadiye doğru var gücünle bir nara atmıştın.
- ULA ULA ULA…
Sesin Kukul Kayasına vurmuş aksi seda getirmiş ve sesin geri dönmüştü. Sonra belinden tabancanı çıkarıp birkaç mermi atmış sonrada bana silah atmasını öğretmiştin ve ne kadar heyecanlanmıştım.
Ah “Aynalar aynalar,söyletmen beni aynalar”…
Paşasuyu’nun önündeki taşlarda oturup azık torbamızı çıkarmıştık. Azığımız sadece mısır ekmeğiyle peynirdi. Az ötede tanımadığımız büyük olasılıkla Almancı olan bir grup et pişiriyorlardı. Domatesle çarşı ekmeğini yerken ben farkında olmadan yutkunuyordum. Ne çok severdik çarşıdan alınan buğday ekmeğini bilmez misin? Cici moma derdik bu ekmeğe ve üzerindeki simit için kavga ederdik kardeşlerimizle. Hani yol yürümekten yorulunca omzuna almıştın beni de Makrel’e gelince artık ben seni yolda geçer olmuştum sevinçten. Çam ve Gürgen ağaçlarından oluşan ormanlara girmiştik kısa yoldan gidelim diye. Kurumuş Gürgen yaprakları dolu yollardan keyifle koşuyordum. Sonra kuru bir dal parçasını at yaptım ve ağaçlarla savaşçılık oynadım.
Beklide aynalar kırılmamıştır da o kuru yapraklar arasında kaybolmuştur kim bilir...
Bezirgân Düzlerinde daha tomurcuk bir zifin çiçeğini tırnaklarımla açıyordum da sen bana dönüp Çarşamba günü gidiyorum demiştin. Ben ise nereye? Maçka’ya mı? deyince sen “hayır uzaklara çok uzaklara gurbete” deyince sanki bütün iklim değişti hiçbir şeyin güzelliği kalmadı boğazımda bir düğüm hiçbir şey söylemedim Meryemana Deresinden koyu bir sis geldi etrafı kapladı artık çise başladı.
“Yok ki dizimde dermanım, söyletmen beni, ağlatman beni aynalar aynalar”………
Demek ki ayrılık, hasret yelleri ile kırılıyordu aynalar. Ah gidi var git çiçeği hiç açmasaydın da ayrılıklara şahit olmasaydın.